Yüzyıllardır ayrımcılık eksenli sosyo-politik ideolojilerin içinde ve dışında
metalaştırılarak ikincil pozisyonda benlik savaşı veren,
özne-nesne çıkmazında sıkışıp kalmışlığın adıdır kadın.
Yaşama katkısının yadsınamaz gerçekliği bir yana,
ontolojik açıdan, yaşamı türlü şekilde sağaltarak anlamlandırdığı,
değer kattığı, en önemlisi sürdürülebilir yaşam dinamiklerinin altın oranı olduğu da aşikar.
Nitekim, cinsiyet bazlı ideolojik ikilemlerin kör noktasında,
toplumsal ve bedensel çift yönlü varlık algısı yansımasıyla,
çoğaltırken değerinden süresiz eksil(ti)len de tek varlıktır.
Kadının çağdaşlaşma sürecindeki sair söylemi
toplumun onu algılayış biçimiyle örtüşmediğinden,
kadın kimliği halen cinsiyete dair bir arafın sınavını veriyor.
Paradoks tam da burada başlıyor işte.
Gelecekten umudunu yitirmeyen, savaşçı ruhlu kadın
bir diğer kadının iğdiş edilmiş hakkını savunmaya çalışırken,
savaşmaktan vazgeçmiş, toplumsal algıyı kanıksamış kadına
çaresizlikten çare üretmenin erdemini aşılamaya çalışırken,
önünde uzanan korku duvarını aşmayı ve
kendini yeniden yaratmanın mucizesini nasıl anlatacak?
Haydi anlattı diyelim...
Varlık bilincine ulaşma yolunda,
anne ve eş olmaktan başkaca statü farkındalığına erişememiş,
domestik ögelerle özdeşleşmiş naturasının sınırlı alanında
dört duvar içinde kendilerinden bihaber yaşayıp giden kadınları
farkındalık köprüsünden geçmeye nasıl ikna edecek?
Kadın kelimesinin çağrışım listesinde yer alan
nitelikli sıfatlardan hangisi ile yoluna devam etmeyi seçecek kadın?
Yıllarca seçilmeyi beklemenin erdem olduğuna inandırılmışken,
seçebilme yetisinin nasıl farkına varacak?
Ataerkil toplumun dayatmalı düzeni içerisinde,
modern-geleneksel
çalışan-çalışmayan farketmeksizin,
batıdaki ve doğudaki kadının
maruz kaldığı şiddet, taciz, tecavüz
ve cümle sıkıntılarının benzerliği,
boğazına dizilen hevesi,
ve hatta suskunluğu da hala özdeşken üstelik.
Toplum tarafından sunulan cinsiyet rollerinin benimsenmesinde
içine doğduğumuz kültürün şekillendirme gücünün bilinci ile yaşıyoruz.
Bu bilincin bizi nasıl sınırlandırdığı ya da
varlık nedenimizin sınırsızlığına olan inancımızın olup olmadığı asıl mesele.
Kadınların zihinlerinde mayaladığı düşünceleri
bu tür bir ikilemin kucağına düşmemek uğruna
ruh boşluğunda nasıl sessizce sallanır sizce?
Cinsiyet bağımsız ortak bir söylem yaratmanın anahtarı
O kadim sonsuzlukta bulunmayı beklerken,
hiç şüphesiz nitelikli toplumsal eğitim,
her iki cinsi eşitlikçi yaşam düzleminde
daha sağlam konumlandıracak
ve her türlü ayrımcılığın sonunu getirecek
köprüden önce son çıkışımız.
Fikirlerin söylem bütünlüğü
cinsiyet bağımsız, ortak ve güçlü bir ses bulduğunda
kadının güncesini yeniden inşa edebilmemize olanak verecektir.
Virginia Woolf ile bitirelim:
“Kadınlar yüzyıllar boyu erkeği olduğundan iki kat büyük gösteren bir ayna görevi gördüler. Büyülü bir aynaydı bu ve müthiş bir yansıtma gücü vardı.”